O sabah her sabah ki gibi başladı güne; yorgun, bıkkın...... Yorgunluğu akşamdan kalmaydı. Yatağından kalktı, elini yüzünü yıkadı, aynaya baktı. Hafif dökülmüş ve beyazlamış saçlarını düzeltmek için uğraştı, olmadı... Kahvaltı masasına oturdu. Yıllardır hayatını paylaştığı eşinin, her zamanki düzensizlikle hazırladığı masaya baktı, çayını doldurdu, ekmeğinden bir parça kopardı. Sonra vazgeçti, camın kenarına oturdu, bir sigara yaktı, derin bir nefes çekti, çayından bir yudum aldı .. Yola baktı uzun uzun.... Sedirde topladığı bacaklarını kımıldattı, acısını hissetti, sonra ayağa kalktı. Arkasını döndüğünde eşi karşısındaydı, kurduğu masa gibiydi; dağınıktı... Kucağında ki sepetin içi ham domatesle doluydu. Uzunca baktı yüzüne, yeni bir şey aradı, bulamadı... Sessizce yanından geçti, yatak odasına girdi, dolabı açtı. Seçtiği en güzel kıyafetleri giyindi, eskiden kalma kokusunu sürdü ve sessizce dış kapıdan çıkıp gitti.. Sıradan cümlelerle durumunu anlatan iç sesine kızdı, geçmişi özledi. Affili ilişkilerine ve sıradanşlaşmadan önceki kelimelerine atıfta bulundu yüksek sesle......
Yürüdü,
yürürken kendine kızdı,
kızdıkça uzaklaştı.....
......
O sabah her zamanki gibi olan son sabahtı, bir daha geri dönmedi...
gereksiz adam