Sabah uykulu gözlerle açtı balkonun kapısını. Güneş gözlerini kamaştırdı. Şehre baktı uzun uzun. Karşısında akan derenin sesini dinledi biraz ve hüzünlüydü. Sabahın bi köründe hüzün bütün ihtişamıyla hapsetmişti onu. Görüp görmediği belli olmayan rüyasını düşündü. Onun etkisiylemi bu kadar hüzünlüydü, bulamadı.
Mutfağa döndü. Akşamdan kalmış, yarısı kahve dolu fincanını eviyeye boşalttı, iyice yıkadı. Demliğe bir fincanlık su doldurup ocağa koydu, fincanına kahvesini ve üzerine kaynamış suyunu ekledi. Balkona çıktı tekrar, içeride durmak istemiyordu. Sandaliyesini yanaştırdı demir korkuluğa, cebinden sigarasını çıkarttı, çakmağını aradı bulamadı. Öylece daldı, bir elinde kahve bir elinde yanmamış sigarası boşluğa baktı. Biran irkildi, elindeki kahvenin bir kısmı üzerine döküldü, kızdı, küfretti ve mutfağa gidip sigarasını yaktı..
Döndüğünde hüznünü yenememişti, sigara ve kahvesini ardı ardına yudumladı. Daha kendindeydi, insanları seçiyor ve inceliyordu artık. Sol tarafa bakıyordu uzun zamandır, başını sağa çevirdi ve o mavi elbiseli kızı gördü.Arkası dönük kararsızca yürüyordu. ''Beni arıyor, döndü sonunda'' dedi kendi kendine. Tarifi yoktu içindeki duyguların.. Koşup, yakalayıp ''döndün mü?'' demek istedi, yapamazdı. Kız biraz daha yürüdü, yürüdü ve birden geri döndü ve adam gidenlerin asla geri dönmeyeceğini anladı...
Şimdi benim en özel rengim olan mavi o zamanlar en çok sana yakışıyordu.
(Amaç hayatımızın en etkili anlarından birini yazmak. Buyrunuz cache, Evren, beenmaya.)