29 Ağustos 2013

KOLAY GELSİN SANA DÜNYA

Arada Sezen' den bi şarkı çalar en damarından; kolay olmayacak elbet üzüleceğiz diye başlar da, ihtimal ya fikrinize düşersem tutturun bi rumeli havası nda takılıp kalır düşünceler. Varsın olsun, çok zamandan kalma efkârımız yoklasın ara ara, ki, şükrümüzü sabitleyelim, olmaz mı?

Önceki gece görülen kabusun etkisiyle sarıldığın yorganın kıymetini....

İçinde yemek olduğu iddia edilen  koca bir tencere etrafında toplanmış ve elleri duada bi dolu insanın olduğu fotoğrafı gördükten sonra, üstüne ben ne yazsam, ne söylesem, ne kadar efkârlansam nafile. Üstelik günlük hayatın akışında unuttuğum, unutulmaması gereken fotoğrafları, sadece yazarken ya da durup düşünürken hatırlamak, kelimelerde ki kadar üzülmemek, az sonra dalacağın olağan zevk-i sefa halleri içersinde tablonun bütününden kurtulmak ne kadar sahtekârca ahh...

Oysa rüyanda kara dumana karışmış, önüne geleni yok eden fırtınanın ortasında kalınca yaşadığın korkuyu, uyanıkken ve bire bir yaşayan, sonrasında sonsuz uykuya dalan insanlar da var dünyada; hem de ne çok, hem de ne çok.. Çocuklar var, askerler var, siviller var, insanlar var ölen; hem de ne çok...

Daha dün akşam, televizyonda buzlandırılmış görüntü eşliğinde canlı canlı adam öldürdüler karşımda. Sözde sansürlenmiş görüntünün altından korkusunu gördüm, kaçma çabasını gördüm, acısını gördüm, hissedemedim ama gördüm. Son bi çabayla, imkansız uzaklığa ulaşmak için, yuvarlanarak, çabalayarak ve daha yarı yola ulaşamadan, kafasına aldığı bi kurşunla....

Sonra;

Üslerde hazırlık var, masum insanları kurtarmak için masum insanları öldürecekler. Yok pardon, sivile zarar gelmez askeri üsleri vuracaklar. Bi düğmeye basıp, uçakları havalandırıp, bir ya da iki pilot eşliğinde, bombaları şehrin üstüne yağdırarak masum insanları kurtaracaklar!!!

Kolay gelsin dünya, kolay gelsin şeytana bulaşmış insanoğlu sana...

cem ben

27 Ağustos 2013

MANEVİ EVRİM

Ah bebeYim, hayat zor bi süreç bilirsin. 

Hayatın süreç olarak betimlenmesi hiç hoşuma gitmedi şuan. Problem cümle yapısında aslında, anlamsal bi karmaşa olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki cümlenin kuruluş amacı tamamen sonradan yazılabilecek cümleleri desteklemek. O zaman görevini başarıyla yerine getirdiğini söyleyebiliriz değil mi?

Detayına girmeyeceğim ilk cümlenin, bunu beklemeyiniz, üzülürsünüz. Bu da sizin sürecinizi zorlaştırır, ilave üzüntü... peh.

Hani "maksat yazmak" mantığıyla girdim belki de mevzuya. Dolayısıyla, hafif şiddette bi hortum olayı oluşmuş olabilir aklımda.  Düşünceler = deniz, karmaşa = hortum denklemindeki uyuma bi bakın, şahane. Bu da, neticelenememiş, neticelenmiş olsa dahi anlamını tamamlayamamış, yani anlamlanamamış cümlelerin oluşumuna ve dolayısıyla, blogu ve dahi beni adam yerine koyup okumaya meyletmiş insanların bu keyfinin içine etmeye vesile olabilir. Bütün bunların olabilitesi var, olabilmiş olayların içindeki insanlar da haklı olabilir -ben hariç - ama hiçbir şey, bu yazının en başında girdiğim ruh halinden beni çıkartamaz; ehl-i keyf...

Dün hariç, geriye doğru üç gün, ortalama üç saat uyku uyumuş, uyanık olduğu zamanların da büyük çoğunluğunda ya otomobil kullanmış ya da bir şey için koşuşturmuş bi adam duruyor karşınızda.  Gerçi ne gerek var şimdi bu kadar somut özele ki. Kime ne...

Bi zaman önce başladığı "akışına bırak yavrum, gör bak nasıl güzel hayat" şeklinde cümleleştirebileceğim hayat düzeneğim tıkır tıkır işliyor. Gerçi yaradana sığınmakla başladı her şey, devamında da aydınlığa giden yolun bu olduğu kesinleşti aklımda. Hani entel osun diye kurduğumuz "hayatla kavga etme arkadaş üzülürsün" ün gerçeği; "Allah' a karşı gelme arkadaş, ona sığın"  minvalinde bir şeydir. Geri kalmış ülkelerde ya da topluluklarda din mevhumunun yorumlanması bi acayiptir. Genel anlamda ürkek ve itaatkâr olan bu gibi topluluklarda "farklı" olabilmek için bu itaat merciine itaatsizliğe meyleder akıl, o zaman entelektüel olur kişi malum.

"Ya işte sen bu son paragrafı karmaşasından kurtarıp, afili bi yapıya çeviririsin, aslansın kaplansın." der, bi üstteki karmaşayı direkt sizin üstünüze yıkarım. Hatta sonrasında "huzurunuzu kaçırmayınız çok düşünüp" der ve susarım...

cem ben, manevi evrimiyle mücadele halinde


22 Ağustos 2013

EKSİK HAYAT KAHRAMANI

Güne Allah' ın adını anarak başlayıp, aklına düşmemesi gerekenler aklına düştükçe biraz daha yaradana sığınan, dua eden, hak edip etmediğini bilmeden ama kendince aleyhine kararlar alarak ve yine de dua eden...

08:30 sularında Yasin okuyan, namaz kılmayan ama inanan, bazen yaradanla kavga eden ama inanan, acı çektikçe kızdığı zamanların üstünü örtmek için dua eden...

En damar Garou ya da klasik Metallica şarkıları eşliğinde spor yapan, spor yaparken ve müzik dinlerken dahi dua eden; şükür şükür şükür şükür...

Bir küsür yıl, bir çok organına bulaşmış kanserle mücadele eden ve geçen bahar hayatını kaybeden, son nefesine az kalan zamanlarda dahi, "buna da şükür." diyen, o iki yandan örgülü uzun saçlarını tepede toplayan büyük kadından feyz alıp;

Şükür şükür şükür..

Bakma gözlerindeki umutsuzluğa sen, üstelik saf umutsuzluk değil o, baksana kenarında hüzün de var ki iyidir, bu iyidir. Neticede insan işte, birilerinin "senin etrafında olacak kişi ne kadar şanslı" diye ödüllendirdiği insan ama... iş öyle değil...

Bizim kuşak da yorgun bilirsin, o da bilir, aslında herkes bilir. Avrupaya yakın bi anadolu ilçesinde yetişip, toplumsal yapıya en başından karşı bi adamın, kendi içinde yetiştirdiği "ötekileştirildiği" ruh halini aşmak ve bi zaman sonra yine aykırı hareketler içine girmekten korkmak ve korktukça aslında olamadığını fark etmek... Başkalarının istediği bi hayatı yaşayan, gömleğinin altına sakladığı ve onların ahlaksız saydıkları her şeyi, önemseyen ama bir gün önemsediklerince katledileceğini de bilen...

Her sabah ve de akşam, yaradana biraz daha sığınan ama gün içinde eski günahkâr hallerinin ara ara yokladığı...  her şeye rağmen şükreden, eksik hayat kahramanı...

Şükür şükür şükür...

Bu aralar, instagramda bi takipçisi sayesinde öğrendiği Rosey' in Love şarkısına sarmış durumda bir de...

cem ben, eksik hayat kahramanı.

20 Ağustos 2013

GÜNAHKÂR

Çok günahkârım heyhat..

Bi çoğu düşünce boyutunda ve Yaradanla girdiğim tek taraflı sorgulamalarımda belki; hayatın sunduklarından ve sunmadıklarından yana vs.

Kaldı ki vicdan boyutunda her zaman aynı tonda acı çekmiyorum, bu daha elim. Ayrıca düşünsene, dünyada oluk oluk kan dökülüyor, keskin nişancılar kalabalık meydanlarda tek tek insanları öldürüyor. Kendi halkına savaş açıyor diktatörler ve böyle bi dünyada, sadece içinde bulunduğu karanlığından dert yanmak, bunun için hayata küfretmek ne kadar vicdani... Çok isterdim, herkes için aynı şiddette üzülebilmeyi ama sanırım boynumda bir halka ya da bu çok ağır olur, bi sis bulutu biraz daha şiddetli, soğuk ve siyah bi sis bulutu etrafı görmemi engelliyor. Sebebi her neyse ya da kimse bilinmez lakin son zamanlarda, aklımdan geçeni ve içinde bulunduğum garabet hali özetleyen bi Osho söylemiyle aydım tekrar;

"Sadece şefkat iyileştiricidir, çünkü insanın içindeki tüm hastalıklar sevgi eksikliğinden kaynaklanır"

Varın suçluyu siz bulun benim eksikliğimden sonra. Velhasıl çocukluk ve ilk ergenlikten sonra, kişiliğin üstüne koyabileceğin çok bir şey yoktur, bunu başarabilsen de sadece üstünü örtmekle yetinir, bi zaman sonra geçmişle olan kavganın ortasında bulursun kendini..

Yalnız şunun da çok farkındayım, yazacağım hiçbir şey, üreteceğim hiç bir bahane şu gerçeğin üstünü örtmeyecek;

Düşündüklerimden ve belki de yaşadıklarımdan dolayı çok günahkârım be arkadaş...

Hayko Cepkin Paranoya şarkısına kapıldım ben yine, siz de dinleyiniz. Bu yazdıklarımı ve benim kendimle olan kavgamı ve yaradana olan dik başlılığımı, sonradan yaşadığım pişmanlığı vs çok iyi özetliyor, klibini de izleyiniz..

cem ben, bu da aslına yakın bi yazı.

15 Ağustos 2013

BU BİNANIN TAMAMI KOMPLE SATILIKTIR!

"Bu binanın tamamı komple satılıktır"

Yukarıda yazılan ve başlığa sebep olan ilanı, bahsi geçen binanın duvarında gördükten sonra vazgeçtim intihardan. Heeeyyyy, küçümsenecek bi bakış değil bu, tebessümünüzü cebinizde saklayınız. Açıklayacağım, ama önce rastgele... hopsss

Hediyelik eşyalar arasına karışmış, kulağı küpeli, takım elbiseli dövmeci dükkanı arayan biçare akıl ve hatta mümkünse olacaklar bu akla çare, umut...  Hani bıraksalar, sakalı saçı da karıştıracağım ortaya da, dört duvar arasına hapsolmuşum, ne acayip. Sonra sizin memlekette kol düğmesine uygun küpe arayan bi zat-ı muhterem olmayabilir, bıraksalar sol koluna yapılması muhtemel "vicdan, ilahi bi takiptir" özlü sözünün rengini bile değiştirir durmadan, maksat çıplak kalınca baksırına uysun rengi heyhat...  

Bakma biz çiçek abbasla, kemal sunal' la aydığımıza, bi zaman sonra yeni yetme sevdalara düşebilir insan aklı. Şimdi, andropozun vuku bulma şekli de değişmiş olabilir; 
laciver takım üstü lacivert küpe ve yeşil taşlı kol düğmeleri, ha sağ omuzdaki dövme ki şimdilik çoğu hayâli..

"hediyelik...." diye başlayan, ilk cümleyi saymazsak ikinci paragraf başının, ilk paragrafla alakası olmadığını söylüyorsun ya, çok yanılıyorsun. İlk paragrafla vazgeçtiğim intiharı destekleme şeklimdir kalanlar. 

Ha o mu? 

"komple yi kendi hemcinsi olan tamamı ile aynı cümlede yanyana kuran, ve "düşün ki nasıl satıyor herif binayı, bacasına kadar" hissi uyandıran bu mantığın bile elini kolunu sallayarak gezdiği bu hayatta, benim bazı şeyleri nihayetlendirmeyi düşünmem ne kadar sığ olur dedikten sonra başladı ikinci paragrafım.....  

sonra; 

kulağı deldirdikten sonra bi hafta kulaktan çıkartmamamız gereken küpeyi, küpenin yasak olduğu bi işte çalışan vatandaş nasıl gizler? 
Şimdi ki sorumuz bu..

cem ben, bu da son halim : )

13 Ağustos 2013

YOLLU

Adaleti gibi, yer yer sağanak yağışlıymış dünya. Kaldırım gülü kaderim, toz pembe hayallerim ve bekâretini bozmamış gençliğim; topunuzu bi tenhada sessiz sessiz öpebilirim.

Fotoğrafını çekmiş durumun yoldan geçenler, yaşadıklarının adı kesin fahişe de , soyadı ve doğum tarihine karar verememiş ahâli. Nasıl ahlâksız, nasıl ahlâksızzzz, nasıl ahlâksız hayalleri, ah bilseniz... 

Du bakalım bi, bütün köylünün üstünden geçtiği gecenin sabahı, yine aylı köylü tarafından "yollu" ilan edilen ve hatta sonraki günün akşamı "madem yollu" mantığıyla devam eden bi hayatın başkahramanı, heh o yollu gibi, hatta o yollu... 

Bak şimdi, benzer taktiklerle bir şeyler karalamaktan sıkılmış, hatta kendinden sıkılmış, bi saniye hayattan da sıkılmış ve dahi ölümden korkmayan, kalp krizi riskine karşın mutlu olan ya da karadenizin dağlarının tepesinden bakıp eteğini hayâl eden bi faninin, bütün bu son paragrafta yazan ruh halini hissedip okumak lazım yazılanları, ki benim hafzalamda sıtma krizine yakalanmış bi meczup gibi titreyen ve bu karmaşada kelimelere tutunan bir zat-ı muhterem canlanıyor.  Ne garip, ölürken canlanıyor üstelik, âlâ...

Bi bayram kalabalığı sonrası, yalnızlığa saplanıp kalan, memleket sevdalısı olmayan lakin boğulacak gibiyken kardeşlerini toplayıp bi yerlerde çay-kahve keyfi yapan ve bu durumun yabancısı bi bünyeden sonra elbet, bugüne kadar yalnızlıkla orgazm olmayı becerebilen bünyeyle anlaşması zor ya da zaman alır... Kaldı ki hiçbir zaman, memleket sevdası, adım adım anadolu vs modunda yaşayamamış........

Boşverin onu bunu da, Mabel Matiz dinleyin sİz, benim yerime de; peruk gibi hüzünlü...

cem ben, bildiğin yollu

6 Ağustos 2013

SONRASI YASAK

Sonra ben hep kendimi konuşurken yakalıyorum; evde, yolda, yemek yerken, ezan okunurken, yatarken ve dahi uykuda...

Sonra ben hep kendimi seni düşünürken yakalıyorum; duşta, mutfakta, salonda, kapı eşiğinde, pencere kenarında, tekli koltukta, yatakta ve dahi konuşurken...

Sonra ben hep....     İyi geceler


cem ben, sonrası yasak...