7 Şubat 2013

ÖYLECE UYUSA

Gözünde iki damla yaş, hiç zorlanmadan akan, iki eli dua eder gibi belki biraz daha uzakta, diz üstü çökmüş, maskesi ter ve gözyaşıyla karışmış, gözünün üstüne düşen peruğu ve son cümle; hoşçakal... Kısık bi alkış sesi eşliğinde bir kaç dakika öylece, yaşayarak, hissederek, ağlayarak...

Tiyatro sahnesinin en önüne gelip, sıradan selamını verdikten sonra kapanır perde de, gözünde yine gözyaşı, ve dilinde aynı kelime; hoşçakal, hoşçakal, hoşçakal...  biteviye...

Soyunma odasında ki aynada uzunca bi süre seyrettikten sonra kendisini yandaki koltuğa uzanıp biraz dinlenmekti niyeti; çocukluğu, gençliği ve yaşayamadıkları düşmeseydi aklına. En çok kırmızı ayakkabılarına takıldı; önce ablası, sonra kendisi ve en son kardeşinin giydiği o kırmızı ayakkabı...

cinsiyeti mi?..

Öyle uyusa, sakinleştiricisini almadan öyle uyusa, yüzünü silmeden, gözyaşını akıtmadan öyle uyusa, düşünmeden, özlemeden, beklemeden öyle uyusa...   
Huzur bu muydu, öylece uyuyabilmek miydi yaşamak?

ya da 
"bir güneş kırıntısı dudağında yaşamak"  dizesi düşmeseydi aklına üniversite yıllarından kalan...

Öylece uyusa ve uyandığında maskesi temizlenmiş, gözyaşı silinmiş, çocukluğunu ve dahasını unutmuş olsa...
Olsa...
...
.

cem ben, kırmızı ayakkabıların sahibi