Havalarda ne kadar soğuktu, oysa geçen yıl nisan ayında daha sıcak günler vardı. Zaten zamanla değişiyordu her şey. Eskisi kadar sağlıklı değildi, genç değildi, kalabalığa karışamıyordu, yalnızdı. Gençliğinde hiç bunu düşünmemişti, sanki hiç yalnız kalmayacak gibi yaşamayı seçti.
Geçmişi ve gençliğini özlemenin acısını bir kez daha hissetti içinde. Dalgınlığını sobanın üstünde kaynayan demlikteki su sesi bozdu. Az önce yerinden zorla doğrulup suyunu döktüğü çayı demlenmişti. Bütün ağrılarına rağmen doğrulup bardağını aldı, eski zamanlardan kalma bardak altlığını hiç eksik etmezdi. Yarısından çoğunu demle doldurduğu bardağına bir şeker attı ve cam kenarında ki koltuğuna oturdu. Sigarası hala vazgeçilmeziydi, hastaydı, ağrıları ve kuru öksürüğü vardı ama sigarası vazgeçilmezdi. Dumanı derince içine çekip demli çayından bir yudum aldı, ardından öksürüğüyle camdan dışarıya daldı.
Eski zamanlarını hep özleyerek yaşadı, "ah geçmiş zamanlar" dı hep. Nisan süslemişti doğayı. Geçmiş zamanlar olsaydı kanı kaynardı, bahar açardı dallarında ama artık yaşlanmış ve yalnızlaşmıştı... Mutlu olacak bir yer aradı, karşısındaki çınara baktı, altında çimler yeşermişti az çok, mutlu olamadı. Eskiden çok severdi yeşili, yeşil ya da deniz mavisi her derdine devaydı. bu sefer olmadı, dünde olmamıştı... artık yaşlanmıştı, artık yalnızdı....
Hikayesinin ilk cümlesi geldi aklına, "bunlar yazılalı çok oldu" dedi, hiç bir farkı yoktu gidenlerden ya da diğerlerinden. Belki biraz daha mutlu, belki de mutsuz ama sonunda aynıydı. Ne kadar aciz ve sıradandı.
"insan" dedi, insan ne kadar aciz ve.... yok dedi ve yoktu...
Bunlar daha önceden yazılmıştı dedi, daha sonra da yazılacaktı ve bunları bile bile hayatı yeniden yazmaya kalktı...
insan ne kadar aciz ve.....
gereksiz adam