30 Nisan 2013

GEREKSİZ CÜMLELER

-Olmazsa ben aşkı meleklerden çalayım. 

-umudumuz, çocukları evlenmediği için evi terk eden 80' ler dizisindeki anne modelinin 80' lerde kalmış olmasından yana..

-bilen bilmeyen herkesin dilinde bi diyalog; ülkeler arası diyalog, partiler arası diyalog, kurumlar arası diyalog, insanlar arası diyalog.... zzztttt

-Doğma büyüme İstanbullu...

--hem doktor hem balerin olmak istediğini söyleyen 10-12 yaşlarındaki çocuk, kendilerine bağladığım bütün umudumu bitirdi. Bi garip bir şey oldu bunlar yaaa...

--alt ya da üst komşunun, 5 - 6 yaşlarında oldugunu tahmin ettiğim, gece 12 küsürde dahi uyumayan çocuğuyla olan şarkı söyleme seremonisi başladı. sanırım aman adanalı yı geçiyorlar.


-Geçecek diye bekliyoruz...

-Mayolu fotosunun altina "yazı özledim, gelsin artık" yazıp, facebook instagram vs de paylaşan bi insan modunda yaşamak istiyorum.

-Sürekli değişen bi ruh haliyle ve hiç susmayacakmışçasına bağıran bi insan sesiyle.... yaşamak bi güneş kırıntısı dudağında imiş...yersek

cem ben, gereksiz cümleler. 

29 Nisan 2013

GÖLGE İNSAN

Renkli bi şehrin gölge insanı. Yüzsüz, gözsüz, duygusuz... Yüreği ağzında, eli kulağında, gözü kapıda. Ha geldi ha gelecek beklediği hayatlar ya işte o yalan...

Çimleri sararmış, çiçekleri solmuş bahçeli evin gölge sakini.

Şehir ne kadar aydınlık bu sabah, herkes gül yüzlü, herkes neşeli; kahkahalar, çığlıklar, mutluluklar efem. Karşı tepeden çekilebilecek en güzel fotoğraf bu ama bensiz, ne mutlu... 

Her cümle birbirinden bağımsız olmalı, her cümlede biraz daha karanlığa gömülmeli bu akıl. Uğraşıyorum, çalışıyorum, didiniyorum. Ne olur uzatma elini...  

Dün gece rüyamda;
hep uyudum, hep uyandım, hep algılamaya çalıştım, hep utandım, hep dışlandım..
 Dün gece uyandığımda;
hep üzüldüm, hep hüzünlendim, hep sayıkladım,  
sayıklamalar muamma.
....

Renkli bi şehrin, yüzsüz, gözsüz, duygusuz, gölge sakini umudunu kaybetmiş.

cem ben, gölge insan

26 Nisan 2013

TRAKTÖR LASTİĞİ

Heee evet, günlerden cuma. Daha az önce mutluluğumu, yandaki dar sokakta traktör lastiği yuvarlayarak kutladım. Bi çocukluğum, bu çocukluğum, hayallerine bubi tuzağı kurulmuş çocukluğum sorma gitsin. Dalmışım, kardeşimin tokmakla gözüme vurduğu fındık bahçesinde mi uyandım?

Yok yaaaaaa, hala traktör lastiği elimde, görmüyor musun?  

Olmazsa fındık arası dikilmiş mısır bahçelerini çapalarız, büyütürüz, keser kulübe şeklinde dizeriz, sonra fındıkları toplarız, kabuğundan ayırırız ailecek. Yaparız abicim bunları hiç üşenmeden, traktör lastiği şöyle dursun, o sokakta tekerlek yuvarlayanlar da tam gözümün önünde. Eli işte gözü oynaşta misâli, bi mısır keser bi seyrederim çocukların çığlıklarını...

Eskiden evet, bütün bunlar eskiden, çocukluğumu ezen traktör lastiği döneminden ya da bi saniye bi saniye, traktör değildi o, ticari taksi....

ticari hayat, ticari hayal, ticariii.....


Eskiden evet, bütün bunlar eskiden. Bi bak yüzüme hiiiç leke kalmış mı o zamanlardan gözlerimde. Aman aman, çok dikkatli bakma, göz bebeklerimde yuvarlanan bi traktör lastiği gördüğünü sanırsın da, hepsi hayal onların.

Ha evet, günlerden cuma. Protein eksiğini tamamlamaya çalıştığım ve yan sokakta traktör lastiği ararken hayatımdan akııııp giden bir gün, görüyor musun?

cem ben, üzerinden çocukluğu geçen

25 Nisan 2013

Bİ GİT YAAA

-Misal ben senin yollu olduğunu düşünüyorum. Bünyene bi 18 uygulanmış da, azı parsel çoğu yeşil alan ve yol olmuş ve halka arzedilmişsin çok belli. Bakınca fahişelik akıyor gözlerinden, nasıl yüzüne, gözüne, göbeğine kusasım geliyor bilsen.

-Burcu Güneş "Unutma Beni Çiçekleri" eşliğinde küfrediyorum sana. Öyle "pis" "manyak" gibi şımarık küfürlerde değil, bildiğin en kallavi, sülaleni de dahil ettiğim küfürler. Ayrımcılığı sevmem...

-Mübarek gün perşembe malum, ben yatıp kalkıp yüzüme vurması muhtemel aydınlık için dua ediyorum, küfürden arta kalan zamanlarda. Büyük günah biliyorum lakin, umudumu da kaybediyorum senden yana, beni affet...

-Sonra bu şehrin de laleleri soldu yavaş yavaş. Soldu-yavaş yavaş, bu ne uyum böyle. Âlâ...

-Neyse, halimiz budur... Selam eder büyüklerin ve küçüklerin göz ve ellerinden öperiz.

cem ben, bi git yaa....

24 Nisan 2013

MAŞALLAH

Hüznünü cebine saklamış da dolaşıyor sokak aralarında karşı mahalleden kahkahası duyulasıca, bir de edepsiiiiz... Bakınız güneş gözlüğünü de takmış, göz çevresindeki çizgileri de saklamış  ve on yaş küçülmüş hayallerinde. Ohhh mis mis, baldırımı yiyesice...

Sokak aralarında, sıkış tepiş sokak aralarında dolaşıyor makinesiyle. Karadeniz soğuğunu vuruyor yüzüne yüzüne ve rüzgâr hızını biraz daha arttırsa, uçacak o dağın tepesine. Hooooppp, hüzünlerim vaaarrr, öpülesi hüzünlerim vaaarrr, efkârım vaaaaarrr, sssss.......    

Zoom yapar çekerim ben aklınızı telaş etmeyiniz. Bi çırpıda paspasla silerim umutlarınızı. oooohhh yaz da geliyor elimde kocaman bi hıyar; bi dilim cildime bi dilim mideme pek faydalı ber-kemal...

Amaaann işin var gücün var ne bu cilekeş halin. Cınım belin kaşınmasın itaatkâr olsun aklın. Aç değilsin, açıkta kalanların zararsız. Barışamadın bi türlü şu hayatla be mecnun...

Sonra;

Maşallah..

Allah başka keder vermesin gece gündüz huzursuzmuş, mutsuzmuş ne alaka.

Maşallah

Allah başka keder vermesin bölük pörçük bakışları, oh pek âlâ...

cem ben, maşallah bana

22 Nisan 2013

YAĞMUR VE GÖZYAŞI

Şehrin arka sokağından yükseldi ya güneş... Bakışlarını sola çevirip gözlerini kamaştırdı bile bile, ki çok belli gördüklerinin sonradan değiştiği. Kısmen uzun saçları kapatmış gözlerini, bırkatığımda ne kadar da şahaneydi sözleri.  

Güneş ışığından bağımsız bi ışık dolaşıp durur göğsünde. Görsen, zamanda yolculuk yaptıran bi lazer ışığına maruz kalmış gibi titriyor gövdesi. Sol eli kalbinde, sağ eli onun kalbinde, astral bi yakarış gönderiyor yüreğine. Uyku dışı ağlamaklı, hatta rüyasında gördüklerinden bi korkup, bi üzülüp, bi ağlayıp, bi gülüp...

şerefi eksik ...  

Ne kadar saçma ve küfrü hak ediyor bazı hayatlar. Hani günahından korkmasa "yaradan unutmuş yazdığını" diyecek kadar cüretkâr  bakışları...  Saygısızlığı sabah güneşinden, uzun saçından, özründe,. kabahatinden vs.

Martılar rüyasından fırlayıp, yatak odasını doldurmuş bu sabah. Ruhunu yaralayanlarla uyanmış da bi huzur varmış gözlerinde, sorma. 12 metrekarelik odada bile resmedemeyip kanatlarını, umudunu kapı arkasına saklayıp aralamış güneşe gözlerini.

Şehrin arka sokağından yükselmiş yağmur... Bakışlarını gökyüzüne çevirip, ödünç almış yağmuru gözlerine.

cem ben, kararsız...


19 Nisan 2013

NE KADAR ÇOK ÖLÜYORSUNUZ

Ne kadar çok ölüyorsunuz, hiç utanmadan, düşünmeden, acımasızca...
Bi çırpıda, çoğu zaman habersiz, bi nefes aralığı kadar bi zamanda belki.  Gözünüz açık ya da kapalı, soluk benizli, donuk bakışlı, yavaş yavaş soğuyarak...

Ne kadar çok ölüyorsunuz, hiç utanmadan, düşünmeden, arkanıza bakmadan, ağlamadan, ağlatarak.
Yoğun bakımda, makinede, yürürken, koşarken, yoldan geçerken, araba kullanırken, kırmızı ışıkta, yaya kaldırımında..
Gülerken, giderken, sevişirken, terk ederken..
Kanla karışık, çamurla karışık, canla karışık, karmakarışık.

Ne kadar çok ölüyorsunuz, hiç utanmadan, düşünmeden, geriye dönüp bakmadan...
Bi çırpıda giriyorsunuz ahşap sandığa, çenenizi bağlıyorsunuz, üstünüzü örtüyorsunuz, yıkanıyorsunuz,
Ve toprağa...

Ne kadar çok ölüyorsunuz, hiç utanmadan

cem ben

18 Nisan 2013

ADAM KADIN VS

Fotoğraflarda yeni hayatlar arıyor sahtekâr, bi çırpıda beğeniyor hepsini. Dahası bi yol arkadaşı resmediyor hayali, heybetli bi dağ, kıyılarını döven karadeniz, yarı yeşermiş ağaçları, solmak üzere laleler...

 Bi çırpıda ağlak bi mısra düşüyor aklına ya da ezberi kuvvetsiz, açıp okuyor kendini bilmeden;

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,
Garip bir yolculuk, tren ve Gülce. 
Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları: 
Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve... 
( Sezai Karakoç) 

 Ölüm de düşüyor aklına doğum da. Bütün yollara uzanıp, yağmur sonrası birikmiş suyunu içmek kadar olağan dışı ve hayvani geliyor yaratılan her şey ve en çok insan. Sonrası muammaya giden bi sorgulama ve muallakta kalan inançlar..

 Sonra burnunda sabit bi sızı , gözünden ha düştü ha düşecek o ilk gözyaşı. Ki başladı mı bitmez... Cem Adrian çalar, hayali biri şiir okur en acıklısından, bi çocuk sesi çalar kapısını, oturur şiir yazar utanmadan ve hiç utanmadan ve durmadan ağlar; nedenini bilmeden ya da nedenini bilmezden gelerek...

 Beni her halimle kabul eder misin dünya, beni her halimle bağrına basar mısın yüce Yaradan? 

Fotoğraflarda yeni hayatlar arar, bazen bi resim çizer tam istediği gibi, fotoğraflayamaz, fotoğraflatamaz öyle kara kalem kalır hayatlar...

 Ölüm de düşüyor insanın aklına doğum da ve yağmur sonrası en hazin klibini çeker adam, kadın v.s 

cem ben, adam kadın vs

17 Nisan 2013

MARTI

Küçük bi martı, 
büyüdükçe küçülen bi martı, 
bi çırpıda balık yakalayamayan, düz gagalı ama arsız.
orta kanatlı, uçları siyah, olağandan daha siyah, olağan dışı...

Slov müzik seven, 
balık yakalarken ve dahi yerken hüzünlenen, 
bakımlı, parlak tüylü küçük bi martı bu;

ağlak bi ses, 
karadeniz' in dağlarında, yalnız..
orta büyüklükte kanatları, 
bi zamandır sessiz, en çok ürkek
ve
yakaladığı balıkları yerken hüzünlenen.

Küçük bi martı, 
kanatlarının uçları siyah, 
alnı dik
gözü tok, 
ama olağan dışı
düz gagalı, 
hüzünlü,
ağlak

küçük bi martı o, 
büyümeyen,

cem ben, kanatlarımın uçları siyah...

16 Nisan 2013

YİNE KAYIP

Karadenizin dağlarında yine sis var ama kana kana yağmıyor yağmur. Ayşenur Kolivar çalıyor "E asiye". O tepede ki ev, yanda ki samanlıkta aradığımız yumurtalar, o ana-kız, yazın gelen ziyaretçiler ve dahası düşüyor aklıma.

Sonra, zaman akıyor görüyorum ve yavaş yavaş değil bi çırpıda büyüyorsun ve büyümekten değil ama ansızın, bi gün ölüyorsun.

ve;

Ben büyük doğmuşum, çocuk olmamışım, öyle söylüyor hayaller. Ama o tepedeki ev ve yumurta aradığımız samanlıkta buluyorum yine de çocukluğumu.

Bir de, kimse duymasın ama ben ilk kez bi tabutu omuzladım, önce sol sonra sağ omuzumda taşıdım seni, gözümden yaş aktı doğru ve hatta ağladım. Karadenizin dağları, o tepedeki ev ve bırakıp gittiğin kız...

Ve hatta ağladım evet; günlerden cuma, saat 19:42 idi...

cem ben, yine kayıp.

11 Nisan 2013

FOTOĞRAFÇI

Kaldırım kenarı lale bahçelerinin yakın plan, arkası flu fotoğraflarını çekerken gördüm bi kısmının solduğunu. Kaldı ki yeşermeleri ve çiçek açmaları daha dün gibiydi. Zaten kısa ömürlü kahrolası güzellikler. Güzelliklerin çabucak yitip gittiği, sayılı günün çabuk geçtiği gibi atasözlerimiz var, neden?

Yüzüme bi tebessüm kondurdum sabahtan. Görsen at ve kelebek misali, nasıl eğreti. Hani şiir yazsan, resim çizsen, fotoğraf çeksen nafile; değişmez yüzümdeki aslolan saltanat.

Ortaya kelimeler atıp çekip gitmeli yeri geldi mi insan, ama yüzünde ki astarı çıkartmış. nerede olduğu belli olmayan ar damarını çatlatmış, akbaba bakışlarıyla ve varlıklarıyla beynimi kemiren, kelimeleri yutturan lüzumsuz insanlar var tepemde. "defol git" dediğim halde gitmeyen, yüzüne tükürsen "yarabbi şükür" diyecek hayali aşıklar. Nasıl acınası, doktorluk...

Sonra, kaldırım kenarı lale bahçelerine tükürdüğüm kelimelerin fotoğrafını, yakın plan, tamamı net çekerken ya da çekmeye çalışırken, lüzumsuz bakışların, yanlış açıdan yansıyan güneş ışığının, esen rüzgârın sövülebilecek bütün uzuvlarını dilime dolamışken, hala yüzümde sahte gülümseme dururken ve bir  yandan kamaşan gözlerimi kısıp olan biteni görmeye çalışırken gözümden akan o damla, tamamen rüzgardan (mı?)... Sen bakma, şimdi ömrüm boyunca biriktirdiğim bütün özgüvenimi toplayıp, kravatın ağırlığına ve takım elbisemin siyah rengine aldırmadan, yüz üstü, hafif sağ yanıma ağırlığımı vererek çekeceğim az önceki fotoğrafı ve kesindir daha net, daha gerçekçi bi karenin ortaya çıkacağı.

Sonra mı?

.......

cem ben, takım elbiseli fotoğrafçı

9 Nisan 2013

SEN BANA BAKMA

Gelmem dediğime bakma
Eğer geliyorsam,
eğer gideceksem...
Bırakma.

Aslında bu Özdemir Asaf şiirinden daha önce, uyandıktan bir müddet sonra başladı içimdeki acı. Sonra, otomobilin dreksiyonunu tek parmağımla sola çevirirken hatta, Sezen ''belalım'' derken ve "yalnızlığı seviyorum ulann" diye kandırırken kendimi, kendime yakalanıp "herkesin içi acıyor, büyütme" deyip ucuzlaştırdım efkârımı. Bilsen bu bi rahatlama değil, nasıl kendine yabancılaşma oldu. 

-Nasılsın?

Bugün bu soru karşısında afalladığım kadar hiç afalladığımı bilmem demek isterdim fakat, doğduktan bi müddet sonra ve neden olduğu belli olmayan bi andan sonra sürecine girmiş ve çıkma imkanı bulamamış bir insan olduğumu bilenlerin gözünde bir de "yalancı" olmak istemem. Zaten o' yum, bu' yum, şu' yum her daim.

Saat kaçtı, salonla mutfak arasında ki kapısız kapıda devleşen o ucubeyi düşleyişim ve bu vesileyle korkuyla acıyı bastırma çabalarımın olduğu an net anımsayamıyorum ama güneş henüz batıyordu ve sebepsiz bi rüzgâr vardı, acayip ıslıklar çalan. 

Aslında ben şakayla karışık başlamıştım bu hayata biliyor musun? En çok, sen konuşurken dalıp seni duymayan insan evladına özendiğim için, onu taklitle başladım efkârlanmaya. Kahrolsun,  hala bunu beceremedim. Söylenen her şeyi duymak oldukça elem verici bilsen ki, ihtimaldir bilenlerin olması... 

Şimdi dünden kalan bi şarkı ve gözümün ucunda şu Özdemir Asaf şiiriyle geçiriyorum saatleri; Gelmem dediğime bakma. Eğer....

cem ben, sen bana bakma..

8 Nisan 2013

MELEK DEĞİL ASLINDA

O binanın son, yani sekizinci katının kıyıda kalmış, sanki daha önce hiç ulaşılamamış odasının sağ duvarında ki kapısına yöneldiğimde, kapı arkası renksiz dünyanın varlığından bihaberdim. Hani kulağıma çalınan aşk şarkıları da olmasa, bütün insani duyguların dünyadan ve benden gittiğini düşünecek kadar tereddütsüz olabilirdim atlamaya. Turuncu odaya vuran, sarı güneş ışığı ve duvarında ağlamaya yüz tutmuş eski hayaller....

Bakınız, ben sizin çizdiğiniz resimde bi parça olmayı, yazdığınız hikâyede bi obje, bi canlı, bi can olmayı kabul etmiştim bi zaman evvel. Sonrası terk edilmiş adamların ya da kadınların nihai sonundan da bi tık sonrasını anımsatır oldu.

Aslında çok karışığım, o odada ne işim var bilmiyorum, sadece o kapının bi yokluğa açıldığını ve adımımı atarsam bi boşlukta sürekli düşeceğimi düşlüyorum. Aynı ölüm korkusu, aynı çığlık ve yüzüne vuran rüzgârla sürekli düşüyormuş gibi yaşamak.

Uyumaya teşebbüsüm ile uykum arasında ne kadar vakit geçti net olarak bilemem de, elimde koca bi 5 saat olduğu kesin, muamma olan gerisi. İşte o süre, gözü açık görülen kabusların da olabileceğini algılamakla ve "nedenlerini" anlamaya çalışmakla geçti. Misal o odadan biraz önce, komşuya bütün nezaketimle emanet ettiğim anahtarı, şiddetli yağmurla göle dönüşen o kapı girişinde buldum, ki bulmam bile şans....  Anahtar mı?   paramparça....

Bilmenin zor olduğunun, okuduğunda anlaşılır olamamanın, dahası bunun için artık çaba sarfetmiyor olduğunun farkına vardığında, fırtınada kaybettiklerin ya da o kapıdan sonrasının bi anlamı kalmıyormuş gibi geliyor, dahası o duvarda ağlamaya yüz tutmuş hayallere bir yenisi daha eklemiş oluyor istemeden...

Şimdi saatin kaç olduğunun bi önemi yok aslında, yeni başlayan hikâyeleri, bütün aceleciğiyle eskiye benzetmeye çalışmak, fakat bu aceleciliğin acemiliğinden sonra ne kadar ucuzlaştığını anlamak ve yine de birileri tarafından "şahane adam" gibi görülmenin çıkmazında debelenirken, hala aklının aynı ucuzluğa giden yolda kalması ve hatta güneş batınca koşarak oraya gitme isteği bu melek mi, şeytan mı olduğu belli olmayan adamı yeterince yoruyor....

cem ben, melek değil, şeytan da...

5 Nisan 2013

CEM-İ POTIR

Fantastik filmlerden fırlamış bi kareyle karşılaşmış öğle vakti, ne harika. Elini uzatmış öbek öbek bulutlarla kaplı gökyüzüne ve kafasını alabildiğine asilce ve uzağa kaldırmış, ayak parmak uçlarından da yardım alarak. Karşısında yirmi metre boyunda insanlar mı varmış, pehhh...

Bi yanda, bilmem kaç yüzyıl öncesinden kalma taşların altına serilmiş zamane parke taşlarının ezikliği, bir yanda aynı tarihin üstüne kondurulmuş gecekondudan çatma evlerden oluşan bi mahalle. Hani birazdan bi ejderha, ateşini üfleye üfleye denizini ısıtırsa hiç şaşırma. Hemen karşıda, şehrin en büyük dağının heybetine aldırmadan, ortasını yara yara yapılan karayolu da olmasa, insan ve el attığı bütün değerlerin mahalle kavgasına döndürülmesi an meselesi. Ha insan hoyratlığı teknoloji denen nimetle oldu mu değişen tek şey kavganın şekli o kadar.  İnsan, bütün fantastik filmlerdeki canlı ya da cansız objelerden bi tık daha pejmürde. Kaldı ki, canlı varlıkların objeliği de ancak bu fantastik kelimelerde....

Tepede bir güneş ki sorma, nasıl da kurtulmuş bu şahane bulutlardan kimbilir. Göz kamaştıran, ısıtan, ürküten, hani asaletini tasdiklemek için kaldırdığın boynunu büken. "İşte şimdi aciz insan" diyor bağrı yarılan dağ da bilmiyor gerçeği, birazdan alet edevatını toplayıp gelir aciz sanılan insan, adice...

Yine de,

Elini uzatmış insan ve boynunu alabildiğince kaldırmış güneşe kafa tutarcasına; tarihin ve zamanın objelerinin içinde...

cem ben, asilmişim sanmışım sazanmışım

4 Nisan 2013

FANİ ve FANİ Bİ DÜNYADA

Boğazında hafiften bi ağrı ile, günaydın hayat!

Kendinden bağımsız olmayan hayatları, kelimelerde bağımsızlaştıran, öteleştiren, -mış gibi yapan bi faninin kaleminden dökülmüş; günaydın hayat!

Bi faninin kaleminden....  kaleminden...  kalem...  

Aslında ana konu "fani" olabilirmiş. Sezen' e özenip, Kanlıca yerine salonun orta yerinde duran sehpaya uzanmış, az önce telefon aracılığıyla aldığı haberin seyrine dalmış yazık; acilen hastaneye kaldırıldı...

Fani, bir yıldır öleceğini bile bile, hastaneye gide gele, acı çeke çeke, yine de şükrederek..  ama neden?

Önceki zamanların birinde acı çığlıklarını öğrendiğinden ve fani olan hayatın ve içindekilerinin anlamını çözememişken ve hatta küfrederken, kulağında çınladı aynı ses " oooffff "

Hani uzaktan bakınca bi üstte yazılanlara "paragraf" demek akıl kârı değil, şiir dersen kanunda yeri olmasa da yargılanman gerekir bence. Düz yazının firar etmiş hali diyelim. Hoş bu açıklamaya ne gerek duymuşsa meczup. Fakat aynı deri kaplı sehpa üstünde, yanında iki küçük heykelcik ve yanmayan mumlar, aynı dünyevi iç çekişler ve aynı hayali feryat eşliğinde "mâkul kelimeler bekleme benden dünya" dedi.  Kim mi?   ........

Karadeniz' in dağlarına kısım kısım yeşil sürülmüş gördün mü?
Ve nasıl kandırıyor dünya aynı faniyi görseliyle. Oysa, akşamdan sabaha ve durmadan yangınına benzin döküyor hasta...

velhasıl;

Boğazında hafiften bi ağrı ile, günaydın fani dünya!!!

cem ben, fani ve fani bi dünyada...

3 Nisan 2013

SANKİ RÜYA-SANKİ GERÇEK

Kadınlar koğuşundan bozma, mozaik zemin üstü banyo ve tuvaletleriyle, her an akrep fırlayacak gibi duran, nereden geldiği ya da nereye gittiği belli olmayan cüce labirentleri. Huzuru balkonuna saklanmış sade, Yaradan lutfedip denizi koymasaymış oraya, es kaza o balkon yapılmasaymış güney cephesine, takunya terlikleri ve anlaşılmaz mırıltılarıyla uzun koridorunda gezinen dağınık saçlı hatun kişiden farkı kalmazmış içine girenlerin.

Deniz üstü şişme yatağımda keyif sürerken, bir de balkonundan eline aldığı yangın tüpünü üstüme fırlatmasaydı sakinleri, güney cephesindeki balkonun herkesin ruh sağlığını koruduğuna inanabilirdim. Üstelik o esnada,  bi kısım insan evladı, uçan bi odanın içinde kondisyon bisikleti şeklini almış koltuğuna kurulmuş "uçmak ve spor yapmak" eylemlerini gerçekleştiriyorlardı.  Düşünsene, şişme yatağımda duyuyorum seyahatin Kıbrıs' a olduğunu. Nasıl bir anons bu Yarabbim. 

Benzeri hayal kırıklıklarını çok yaşadım ben. Sabah yeşerttiğim ve bi sarmaşık gibi sarıldığım bi dolu umudum uykudan az evvel hiç oldu desem. Ah huzur, ah mavi huzur ah bulutsuz huzur vs. Hikâye... 

Bir de aynı çıkmazlarda, dünyevi kayıplarını bana mâledip tepeleme saldıranlarla karşılaşmak durumunda kalmıyor muyum, pofff... Oysa, mavi havuz ya da denizde, şişme yatağım ve şişirilmiş özgüvenimle, keyfe keder parmak ucunu denize sokma fantazisi içindeydim. Dipten çıkan dalgıçın beni sendelemesiyle sendelenmeden önce. 

Her neyse, duş almak için girdiğim ve anında çıplak kaldığım mekanın genele açık alan ilan edildiği, anlatmadığım bir kaç detay ve aslolan bedenle küsüp finale imza attığım geceden...

cem ben, rüyalarda bile buluşamayan. 

2 Nisan 2013

LÜTFEN ve SIKICA SARILSAM

Bir gece, umut diye bir şey olduğunu anladım ve aynı gece kaybettim bütün hayallerimi. Hangi aydı ve hatta yıldı kim bilir. Yıllar sonra asfaltlanan o patika yoldaydı, tam patika değildi, traktör yolu gibi. Teker izlerinin dışındaki kısımları çimli. Bahardı mevsim, ilk bahar ya da yaz sonu... Unuttum.  Uzaktan, siyah-yeşil eşofmanından tanıdım, bıraktığım gibi olmadığını anladım, hayallerimi sattım...   Bedava...

Dün gece, uyku öncesinde başlayan buğulu bi dünyanın hayali bedenini yatağa bıraktığımda, umudumu kaybettiğim gece olduğu kadar kan ter içinde ve hafif bi çığlıkla uyanacağımı bilmeden...

hayır hayır hayır...

İstihare namazını kıldıktan sonra, aklımda kurduğum cümlelerden o hayırsızlık işareti.; istihare sonrası konuşmamalı, sessizce uyumalı...  Bu sefer, önceki gecenin benzeri başlayan durumu hayallerimi kaybetmeden atlatacağıma, beyaz gömlekli ya da yeşil bi başka şeyle rüyalarımda umuda sarılmaya başlayacağıma... Yeminle bitmez bu cümle, en güzeli;  lütfen ve sıkıca sarılsam...  Özeti bu mevzunun, detayı yok anladığımız kadar işte....

Bir gece, gelecekte olacağını umduğum o gece, havai fişek gösterileriyle başlayacak gece, oooffff Allahım ne güzel hayâl behçeleri, yemyeşil umut, masmavi umut, bulutsuz umut, her yer umut, her yer umut ve mevzunun özeti;

Lütfen ve sıkıca sarılsam...

cem ben, umudu da yeşertir, mavileştirir, hüzünden kurtarır icabında. Sadece gücü yok, hasta...

1 Nisan 2013

ASLINDA NE OLDU BİLİYOR MUSUN?

Aslında ne oldu biliyor musun?
...

Olmayacak bi zamanda başlamıştı, bittiği zaman olduğu gibi. Henüz bu kadar fotoğraf meraklısı değildim, bu kadar genç değildim, yaşadıkça gençleştim, bi şeyi yapılandıramamıştım kalbimde, kıymetini bilmediğim bi dolu şey vardı, bugün gibi, dün gibi, yarın gibi, hayat gibi kısaca...

Aslında ne oldu biliyor musun?
...

Şimdi yazmayı isteyip yazamadığım gibi, bi zaman söylemek isteyip söyleyemediğim şeyler oldu. Yere bakıp, göğe bakıp, yazılar yazıp anlatmaya çalıştım, keşke okusaydın.

Aslında ne oldu biliyor musun?
...

Her şey görev gibiydi. Yazılmış bi oyun vardı ve oyuncular. Korkma "hayat bir tiyatro sahnesi" diye girmeyeceğim mevzuya. Var olan çıkmazların hepsi benimdi. Kilitli kapıların anahtarı bendeydi. Mutsuzsam, mutsuzsak ya da mutluluk yoksa sebebi bendim.

Aslında ne oldu biliyor musun?
...

Ben romanlarda ki gibi, o sıradan hayatlarda ki gibi sevdi. Sıradan hayatlardan bi roman yazamadım ve bitti.

cem ben, aslında ne olduğunu gayet iyi biliyor...