31 Ekim 2013

LİMONLU ÇAY EŞLİĞİNDE

Ağır aksak ve ağlak bi sonbahar bugün. 
Limonlu çay eşliğinde dökülüyor yapraklar, göz göre göre. 
Radyoda ( ki radyo mu kaldı? ) eski bi şarkı, 
karşımda eskitilmiş hayaller ya da sepya. 

Sezen dinleriz, klasiktir bu, sen aldırma. 
Hani yoksa da bulunur demli  bi mevsim şarkısı
Limonlu çay dedik, ihanet etmek olmaz
Ve oturur yanarız geçip giden 35 lere. 

Şiir değil, gerçekten değil. Yan yana çok pespaye durur diye alt alta sıraladık, yani sıraladım. Neyse boşver, somutu anlatan cümleler kurasım yok inan. Hani koyu siyah yapraklı ağaçlar, pembe denizler vs görsellere atıfta bulunup rahatlamak niyetim. Yoksa, elbette "özledim lan" diye girdiğim hikâyelerim de mevcut. Hem de bilsen, nasıl oturur ağlarız karşılıklı da, ben pembe denizlerden yanayım bugün, limonlu çay eşliğinde...

Ya da,

Hani kaybını kelimelere döken zihniyetin acizliğini de oturup konuşabiliriz. Ne bileyim, teslimiyet duygusunun nasıl bir şey olduğunu ya da... Doyasıya aşk yaşatmayan somut gerçekleri, nedenleri, nasılları vs.

ya da 

Cahit Sıtkı' nın şiirine atıfta bulunuruz, "yaş 35 yolu yarıladın, derdin ne?" diye çemkiririz kendimize, olamaz mı, olabilir. Hatta bir de Bülent Ortaçgil' den "Eylül Akşamı" şarkısını açtık mı Sezen sonrası, ohhhh,  bildiğin ağlarız da lan...

Sonra bademciklerimiz yeniden şişmeye meyletmiştir ve soyut cümleler kurmak istediğini anlattığın somut bir yazıda ve bilmem kaçıncı limonlu çay eşliğinde ve göz göre göre dökülen yapraklarla...

Ah adamım, boşver, Bülent Ortaçgil dinleyelim;  Onca yıl sen orada, onca yıl ben burada, yollarımız kesişmemiş şu eylül akşamı dışında...

cem ben, limonlu çay eşliğinde..