5 Nisan 2013

CEM-İ POTIR

Fantastik filmlerden fırlamış bi kareyle karşılaşmış öğle vakti, ne harika. Elini uzatmış öbek öbek bulutlarla kaplı gökyüzüne ve kafasını alabildiğine asilce ve uzağa kaldırmış, ayak parmak uçlarından da yardım alarak. Karşısında yirmi metre boyunda insanlar mı varmış, pehhh...

Bi yanda, bilmem kaç yüzyıl öncesinden kalma taşların altına serilmiş zamane parke taşlarının ezikliği, bir yanda aynı tarihin üstüne kondurulmuş gecekondudan çatma evlerden oluşan bi mahalle. Hani birazdan bi ejderha, ateşini üfleye üfleye denizini ısıtırsa hiç şaşırma. Hemen karşıda, şehrin en büyük dağının heybetine aldırmadan, ortasını yara yara yapılan karayolu da olmasa, insan ve el attığı bütün değerlerin mahalle kavgasına döndürülmesi an meselesi. Ha insan hoyratlığı teknoloji denen nimetle oldu mu değişen tek şey kavganın şekli o kadar.  İnsan, bütün fantastik filmlerdeki canlı ya da cansız objelerden bi tık daha pejmürde. Kaldı ki, canlı varlıkların objeliği de ancak bu fantastik kelimelerde....

Tepede bir güneş ki sorma, nasıl da kurtulmuş bu şahane bulutlardan kimbilir. Göz kamaştıran, ısıtan, ürküten, hani asaletini tasdiklemek için kaldırdığın boynunu büken. "İşte şimdi aciz insan" diyor bağrı yarılan dağ da bilmiyor gerçeği, birazdan alet edevatını toplayıp gelir aciz sanılan insan, adice...

Yine de,

Elini uzatmış insan ve boynunu alabildiğince kaldırmış güneşe kafa tutarcasına; tarihin ve zamanın objelerinin içinde...

cem ben, asilmişim sanmışım sazanmışım