26 Aralık 2010

TEK Bİ CÜMLEDE TOPLANMAZ

Kendime uzun bi ara oldu; zaman olarak kısa, yaşananlar açısından uzun...

Ve kalabalıkta yaşadıklarına uzaktan ve yalnız bakınca, kendine yabancılaşıyor hepten insan.

Bugün bu karmaşa ile başbaşayım. Ne büyük elem, ne büyük karmaşa pehhhh. Boşta kalmış zamanın oyunları bunlar sanki. Ve pazarın terbiyesizliği.

Sonra bir yıl daha bitiyor. Biten günden farkı olmasa da, sanki daha bi hüzünleniyor insan. Aklımı ve elimi en son 1994' e alıştırabilmiştim sanırım. Sonrası hep önceki yıllarla karışan tarihler oldular, 2010 gibi.

Cümleleri hatta kelimeleri birbirine katıp anlamsız paragraflar çıkartasım var ortaya. Bende bi anlam bulsun yeter diyor bi taraftan iç sesim. Sonra bu iç ses' e bi nefret olgunlaşıyor bünyemde. İç sesin karşılık bulduğu anlam değil, direkt bu iki kelimeye karşı nefretim.

iç ses
iç ses
hay içine....

2009 yılında yaptığım bir hatayla başlayan (belki de bu bi hata değil, benim algılarım sorunlu) yeni hayatım (eskiye dönen yeni hayatım gibi bir şey ) hala devam ediyor, üstelik sonunda gördüğüm bir ışık yok (Yoksa kör müyüm, ışıklar tepemde parlıyor da göremiyor muyum?). Neyse işte 2010 bitiyor deyince aklıma geldi. 2010=2011 olur herhalde bu anlamda. O zaman tarihleri karıştırmamda bir sorun yok sanırım.

Bu şarkıyı çok sevdiğimi söylemiş miydim. Üstelik bugün pazar ve arka fondan bu şarkı geliyor (arka fon = televizyon).

''Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte, yani yürekte.'' demiş Nazım, ne de güzel etmiş.

Bir de Tarkan' ın Tarkan olduğu dönemlerden kalma şarkısı var dilimde; kış güneşi. hah işte o dönemlerden, o dönemki benden, benim etrafımdakilerden midem bulanıyor. Bu bulantıyı dahi özlemek akıl işi değil. Evet ben bi ruh hastasıyım....

E neyse işte....


gereksiz adam

23 Aralık 2010

KALABALIK

Çok kalabalık; her yer, her şey çok kalabalık. Kendimi göremiyorum...


gereksiz adam

12 Aralık 2010

KİM BİLİR KAÇINCI...

Farklı ve yeni bir dünya...

Kim bilir kaçıncı girişimim bu ve kaçıncı bu girişle başlayan yazım. 
Biten her cümleden sonra, çok şeyin değişeceğine dair kaçıncı umudum. 
Bitmeyen hiçliğim,
değersizliğim...

Aynı yoldan kaçıncı geçişim, 
tanımışlığım, 
tanınmışlığım,
ve yalnızlığım...

Kim bilir kaçıncı girişimim bu ve huzur trenine kaçıncı geç kalışım;
aynı merdivende,
aynı tren sesi
ve el sallayanlar.
ve tebessümle el sallayanlar,
ve mutlu, 
ve huzurlu el sallayanlar.

Kim bilir kaçıncı kabullenişim bu,
kaçıncı susuşum...



gereksiz adam

DURUMUM BUDUR-2

Dün başlayan elektrik kesintisi bugün 17:25 e kadar devam etti. Şuan garantisi olmayan, gelip giden elektriğimize şükürcüyüz. Bir önceki yazıyı ekledim, geri dönüp yazılanlara bakamadan elektrikler yine gitti (bana verdikleri 10 dakika için ilgili şirkete teşekkür ediyorum). Sonra yine onar dakikalık 1-2 seans yaşadım, hakkını yemeyeyim.

Sabah uyandığımda elektrik kesintisi yine canımı sıktı ve anladım ki hayatımız elektrik, su, telefon gibi teknolojinin nimetleriyle anlam kazanıyor. Onlar olmasa bir hiçiz sanki. Herhalde bu da alışkanlıklarımıza olan bağlılığımızla ilgili. Ama hep söylerim, bu insan evladı bi gün kendi başını yiyecek diye. Bul, icad et, topluma yay, genelleştir ama altını boş bırak, ilk icad edileni maddi kazanca çevirmek için uğraş, Arge' yi salla, sonra sistem çöksün ve altından kalkama. Yazın çükünün keyfine dolaş, gerekli bakımları yapma, kışın ilk karda hoooopp, bitiğiz....

.Ben: sorun ne, neden elektrikler gelmiyor?
.M. Temsilcisi: Kablo kopmuş.
.Ben: Ne zaman gelir elektrik?
.M. Temsilcisi: Kesin bir saat veremem
Ben: Peki, yanlış anlamayın ama, siz neden oturuyorsunuz orada?

Bahsi geçen şirketin müşteri temsilcileriyle görüştüm bir kaç saat önce. Birebir konuşmayı buraya eklemek isterdim fakat hepsini hatırlamam zor. Konuştuğum bayanın tek yaptığı; haklısınız, bakım var, net saat veremem v.s. gibi içi boş şeyler söylemek. Tabi o ne yapsın, işini yapıyor, söylenmediyse nereden bilsin ne olacağını. Bunu kendisine de belirttim, sitemimin ona değil ilgililere olduğunun altını çizerek. Müşteri güvenliği için kaydedilen o bandı, şikayet bandına çevirip gerekli mercilere ulaştırmasını istedim. Çünkü böyle büyüüüük şirketlerde asıl yetkiliye ulaşmak zor iş. Konuşmamızın sonunda Müşteri temsilcisi arkadaş şikayetlerim için bir dilekçe yazmamı söyledi. İşte beni delirten kelime; dilekçe...

Ortada iki tarafın bildiği ve karşı taraftan kaynaklı bir sorun var. Ortada güvenliğim için kaydedilen bu konuşma ama hala istenen ne, dilekçe. ''Bakın bayan'' dedim, devlet dairelerinde bile dilekçe kalktı neredeyse, yıl 2010 siz benim sesimi kaydediyorsunuz, alın size dilekçe. Ayrıca farkında mısınız, her eşyi süslüyorlar, güzel konuşan kız ve erkeklerden oluşan temsilciler, süslü reklamlar -önceki yazımda da belirttiğim gibi-...................

Neyse efem elektrikler gitti ya, bu durum benim arabanın da zoruna gitmiş olacak ki, sabah kontağa bastım araba da tık yok. Pardon sadece bi tık var devamı yok. Sanırım onun da aküsü cort.

Sönen sobayı yakma girişimlerim, duman altında kalan bi ev, belli belirsiz uykularım v.s. diye devam eden günlük aksilik çerezlerime gimeyeceğim bile. En güzeli gidip bi kardan adam yapayım. Kıçına da bi elektrik direği monte edeyim kendime ithafen....

saygılar.
(Sevgili novella umarım aydınlatabilmişimdir seni.:))

gereksiz adam

11 Aralık 2010

DURUMUM BUDUR


Bu ülkede yaşıyorsan kesinlikle mucit olman lazım. Kendi elektriğini, suyunu, doğal gazını üretmen için bu şart. Yoksa ben gibi elektriksiz, doğal gazsız (tüp tüp, dın dın dıdıdıdıdıdıdın Ayg...) kalırsın dımdızlak ortada.

Sıradan bir insan olarak elbette anlıyorum doğal olaylar karşısında insanın aczini, ve elbette bi kuruma, bi yönetim biçimine kelimelerle dalarken bunu göz önünde bulunduruyorum lakin, iki damla kar ile insanları mum ışığına mahkum eden mantığı anlamam çok zor.  Oysa televizyon kanallarında her şey çok cafcaflı, pek janjanlı. Popüler yüzlerle pek ala tanıtılıyor şirketler, onlar, bunlar ama bir kopan kabloyu yerine takmak 3-5 gün alınca kendini ''mal'' gibi hissediyor insan. Azıcık durup düşününce, o popüler isimlere verilen reklam parasıyla bi dolu işçi alınıp, sorunlar daha kısa sürede çözüleceğini algılamak hiç zor olmuyor. Üstelik işsiz insanlara da katkınız olur (korkmayınız efem bu katkı kötü bir şey değildir).  Tabiii ama ya, reklam önemli, dıııııttt mantığı. İnsanı amaç olarak değil araç olarak kullanan bu mantıktan değil mi zaten şikayetimiz?

Evet hocam 11.12.2010 tarih ve cumartesi gün itibariyle durumumuz budur (çünkü kar yağdı). Bu son cümlede altı çizilmesi gereken en önemli iki şey; 2012 ve cumartesi. 2012 medyada, arabaların uçarak gezdiği, uzayın su yolu yapıldığı 2000 li yılların üzerine 12 yıl ilave edilmiş hali (güçlü bi matematik). Cumartesi ise en sevdiğim günlerden biri. Şimdi bütün bunların anasını ağlatanlara kokulu öpücüklerimi gönderiyorum saygıyla. 

Tabi cem bey, bi program indir ev telefonun cepten uzaya bağlasın seni. Oysa bizim mahalledeki kablolar hiç öyle demiyor ya...

Neyse efem, hafta sonunun içine sıçılan adamdan hepinize sevgiler.


gereksiz adam

10 Aralık 2010

3+1 AS

Yağmurlu bir cuma. Remla ile tartışmamıza ve nihayetinde anlaşmamıza konu olan meteorolojinin, açıkladığı gibi ilerliyor her şey. Akşama doğru atıştıran kar damlalarına, geçmiş zamanlarda duyduğum hayranlığı, özlemi duymadığımı hatta ilave baş ağrılarıyla camdan dışarı baktığımı fark ettim ve anladım ki zaman geçtikçe doğayı süsleyen doğa olaylarına da alışmış, onları da sıradanlaştırmışım. Kar her yeri kapladığında ne olur, ne değişir bilmiyorum ama, yine de sıcak bir odanın camından, lapa lapa yağan karı izlemekten bıkacağımı sanmıyorum.

Böyle havalarda pek severim kahve, sigara ve müzik üçlüsünü lakin uzun zamandır bu gibi girişimlerim olmuyordu, olamıyordu. Bir yerlere odaklanmak şu ara harcım değil gibi. Kar damlalarını sıradan karşılamaya başlayan ruh halinin yansıması bütün bunlar. Alışmak belkide... Sihirli ya da sihri bozan kelime budur belkide; alışmak(daha önceden altını çizmiş miydim acaba?)...

Ne diyorduk, bu üçlüye takılmayalı uzun zaman oldu(en azından geçmiş zamanalrdaki gibi takılmayalı). Dün gece herhangi bir radyoda peşi sıra çalan, 90' lar nostaljisi damar şarkılar (kendi damarım hocam) ah edip vah etmeme vesile oldu. Beni harap ve bitap ettiği anlayacağın. O zamanlara döndük ister istemez fakat saat itibariyle üç as' ı bir araya getiremedik. İşin özü, dün yarım kalan üçlü hüzün dalgasına, kar damlalarını da ekleyip yerle yeksan geçireceğim cumayı, sizleri de beklerim efem...

Ve günün anlam ve önemine binaen bi O. Veli şiiri ve hasından şu şarkı sizlere, buyrunuz...

gereksiz adam

GÜZEL HAVALAR

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

O. Veli



7 Aralık 2010

İYİ UYKULAR

Çok başka hayatlar sürüyoruz bu ülkede. Geçmiş zamanlarda komedi dizisi yerine koyarak izlediğim sahnelerin biraz daha içine girdikçe, ilkokulda öğretmen korkusuyla gülme krizini atlatmaya çalışırken ortaya çıkan yeni ve başka krizlere girdiğim zamanlardaki gibi hissediyorum kendimi. Üstelik gülmek öyle bildiğimizden çok daha farklı, acımayla karışık bir şey işte. Bir adamın peşine takılmış bi dolu lüks ve ışıklı arabalar, korumalar, şık takım elbiseli ve güneş gözlüklü abiler ve onları karşılayan, onlara benzeyen insanlar insanlar...

Bütün bunlar insan için, insanın oluşturduğu sonra insanın da boyunu aşan, tekdüzeleşen, tek kişileşen hayatlar. Her şey insan için diye başlanıp, insanı yok sayarak devam eden bir düzen. Ardından ''ben sokaktaki adam değilim'' yaklaşımları.

Sokaktaki adam, oysa kurulan bütün bu düzen sokaktaki adam için değil miydi?

Çok başka hayatlar sürdüğümüz bu ülke nüfusunun büyük çoğunluğu şuan; solcuların güzel kızlardan ve yakışıklı erkeklerden, sağcılarınsa sadece tipsiz erkeklerden oluştuğu, sezonun en mükemmeli varsayılan diziye takılıp kalmış durumda tahminen. Bir kısmı futbol maçı izliyor, bir kısmı bilgisayara takılıyor, bir kısmı sevişiyor, bir kısmı v.s.  En iyisini de sevişen yapıyor, en ahlaksızca gözükeni bu oysa ama en doğrusu da bu. Sadece kendi için yapıyor, birilerinden emir almadan, gönül rızasıyla. Hep derim uyutuluyoruz, sezercik, ahmetcik, emrahcık ve osmancık. Yemek sonrası, ''flaş flaş flaş ördekler rüzgarda uçtu'' alt yazılarıyla süslenmiş haber sonrası, son darbe niyetine verilmiş uyku hapları gibiler. Sonra uyuyoruz....

Bol ışıklı, korumalı arabalar yollarımızı kesiyor, önceliklerimizi alıyor: Kirli sayılan hayatlar onlar için süsleniyor, temizleniyor, paklanıyor ve onlara sunuluyor. Sonra her şey güllük gülistanlık, her şey nuru pak, herkes mutlu, herkes memnun, bir daha ki seneye kadar..

E ne diyelim, iyi uykular...

5 Aralık 2010

SEVGİLİ BLOG

Türkiye' de en iyi yapılan bilimlerden biridir meteoroloji sanırım. Bir kaç gün önceden, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü' nün açıkladığı, pazar günü balkanlardan akın akın gelecek olan soğuk hava dalgası, gün itibariyle kapımızı çalmış durumda. Üstelik geldiği güne bir bakın, pazar...

Pazarla ve soğukla olan ilişkim ayrı ayrı ortadayken, ''bir araya gelip üstüme üstüme gelince nice olacaktır halim'' diye düşünürken, bireysel saldırılarıyla daha çok yıktıkları ruh halimi, ittifaklarıyla alt edemediklerini anlamış durumdayım. Ne pazara küfredesim var, ne soğuktan şikayetim. ''Hangi birinin derdine yanayım ulan'' ruh haliyle belki de; bir gevşeklik, bir rahatlık var üzerimde. Asıl korkuncu, Evren arkadaşımın  ''bir gün pazarı seveceksin'' öngörüsünün gerçekleşmiş olma ihtimali aslında. Düşünsene, yıllarca düşman saydığım günle barışıp, kanka olduğumu. Yazık değil mi 32 yılıma, o yıllarda biriktirip ilkeleştirdiklerime. Tabularımı yıkmaya hazır değilim ben oysa...:)

Sabah 10:30 sularında kalkıp (evet evet bu yazı günlük tadında, bloguyla sevişen adam modunda yazılacak. Kimse itiraz etmesin yoksa en başa ''sevgili günlük'' yazarım o olur) midesel ihtiyaçlarımı karşıladıktan sonra oturdum bilgisayarın başına. Hiç bir haber sitesine girmedim, hatta günlük haberlerle karşılaşma ihtimalimin olduğu öte-beri sitelere de uğramadım hiç. Sıkıldım belgelerden, dünya lideri ülkelerden. Demokrasi vaadiyle birebir alaksı olmayan ülkelere bomba yağdıran bir ülkeden çıkan bu gibi belgeler neden bomba etkisi yaratırmış anlayamadım gitti. Ne olacaktı, çok severiz biz bu liderleri, bu ülkeleri ama bombalamalıyız Allah bizi affetsin gibi yazılar mı çıkacaktı. Pöfff, girmeyeceğim bu konulara.

O saatten beri boş boş dolaşıyorum, boş sitelerde. Sol yanımda suyla karıştırılmış 3 in 1, ara ara cam kenarında tüttürdüğüm sigaram ve arkada bir türlü istediğim müzikleri çalmayan bir radyo. Bilgisayarımın hoparlörü bozuk, almaya üşeniyorum, cd lerimin tamamı arabada zaten, onları da almaya üşeniyorum. Artık ne çıkarsa bahtıma. İnanın bana çok mıy mıy, mız mız bi adam oldum ben. Misal sağ arka lastiği patlak arabanın, Allah' tan 2-3 gün idare ediyor hava basınca, 6 aydır o şekilde kullanıyorum da yaptırmıyorum. Lastiği değiştirmek zaten benim harcım değil..:)  Anlayın nasıl bir tembellik var üzerimde. Kızmayın lakin hepsi hayata olan küskünlüğümden, aha da sebep bu...

Geleceğe dair planlar yapıyorum bazen, ilk cümlem ''bu şehirden gitmeliyim'' oluyor. Sonra diğer bi ses ''sen her sıkıldığında bunu yapıyorsun ama değişmiyor hiçbir şey'' diyor e başka ses durur mu, bi dolu bahaneler üretiyor ''gitmeliyim'' tezine.  Lakin gidemiyorum, dört bi koldan sarıldım göndermiyorlar, da, ben gitmeliyim yoksa bi açık kapı bulamıyorum. Neden diye sormayın a dostlar, nedenleri çok kısa altını dolduramazsam huzursuz oluyorum.

Mayısı bekliyorum, mayıs sonrası gerçekleşme ihtimali olan görevde yükselme sınavına dahil olabiliyorum çünkü. Ve ancak ben bu şekilde burdan giderim diye düşünüyorum yoksa hiiiççç işim olmaz yükselmeyle onla bunla sanki, öyle geliyor bana gibi. Bahsi geçen sınav mayıs öncesi olursa ben bittim demektir. bir sonraki ancak 4 yıl sonra olur bu da burada çakılıp kalmam demek kanımca. O ihtimal dahilinde de planlar yapmaya çalışıyorum ama olmuyor, bi tarafı elimde kalıyor.

Sonunda iyiler mutlaka kazanıyordu değil mi?
Beklemekteyim sevgili blog (böyle başlamadık diye böyle bitmeyecek anlamına gelmez.:))


gereksiz adam

4 Aralık 2010

NE OLUR (yeniden)

Dursan,
gitmesen bugün.
Son kez baksam dağları sisli karadeniz gözlerine
hatta bu gece kalsan,
sarılsam güneş yanığı gül kokulu tenine,
yaylalarına bahar gelse köyümün.

Dursan,
gitmesen bu yıl.
panayırlar kurulsa gönlümün merkezine,
mutlu aşk şarkıları çalsa bayram günlerime.

dursan,
gitmesen bu ömür.
Gözlerine her bakışım son bakış tadında olsa,
yaylalarına kış gelmese köyümün..

Kalsan,
gitmesen,
benimle olsan bu ömür.
ne olur?


gereksiz adam/30.03.2010


Suratsız da olsa cumartesi bugün, efkardan değil eski duyguları kurcalama isteğimden yukarıdaki yazıyı ikilemem. Cumartesi olmasına rağmen erken güne başlayıp, tadından yenmez bir hal alsın istedim gün, lakin alışıla gelmeyen girişimler bünyemde bir şeyleri yabancılaştırır her zaman, cumartesinin suratsızlığı da bundandır belki... Ama gece uzun, alabildiğine uzun, bir kaç saatlik uykuya heba etmeyeceğim günü... 

saygılar...

2 Aralık 2010

YAZMALIYIM

bu gece yazmalıyım, 
çok yazmalıyım, 
durmadan yazmalıyım... 
başka hayatlar kurup, 
başka roller kapıp, 
başka kelimelerle yazmalıyım. 

oradan, buradan, şuradan
ya da 
her neredense gelmeli kelimeler..
ters-düz olmalı, etrafımı sarmalı hayatlar ve ben bu gece o hayatları yazmalıyım
...........................

ama yazamıyorum...


gereksiz adam